24 Mart 2014 Pazartesi

Sultan Ahmet Camii 1

Sultanahmet, hüzünlü bir camiidir.Mimar Sedefkar Mehmet Ağa camiin içini çiniden bir çiçek bahçesine dönüştürmüştür, ama insanoğlunun hırsları,kinleri,acımasızlıkları camiyi pek çok elim olaya tanıklık etmek zorunda bırakır.
    Bu dünyanın sultanı 1. Ahmed başka maveraların gönül sultanlarından Aziz Mahmud Hüdai Hazretlerinin bindiği atın yularından tutmuş,yüzyılların manevi bir harla pişirdiği edeple adımlarını yeni yaptıracağı camiiye doğru atarken bu nadide eserin gelecek yıllar içindeki acılara yapacağı tanıklığının bu kadar yaklaştığını düşünebilir miydi?
    Sultanahmet camii bulunduğu konum itibariyle pekçok sosyal olayın,isyanın ortasında kalmıştır.Bu gün bu camiin şerefine "Sultanahmet Meydanı"diye anılan bu alan o günlerde Osmanlılar için "At Meydanı" idi.Padişahın yaşadığı saray buradaydı,sadrazam,vezir,kazasker,şeyhülislam gibi pek çok devlet adamının,ya da hanımsultan gibi  saray mensuplarının konakları bu alanda bulunuyordu.Osmanlının siyasal,sosyal ve ekonomik hayatının şekillendiği önemli kararların alındığı divanın da buraya yakın olan sarayda toplanması burayı isyan ateşinin yakılacağı ilk yer haline getiriyordu.
    14 yaşında Osmanlı imparatorluğu'nun 14. padişahı olarak tahta geçen 1. Ahmet 14 yıl sonra öldüğünde sadece 28 yaşındaydı.Anlatılanlara göre yumuşak mizaçlı,dindar,merhametli ve alçakgönüllü padişah dedeleri gibi hırslı bir cengaver olmaktan uzak olsa da koca bir imparatorluğun ağır sorunları ivedelikle çözülmek üzere genç padişahı bekliyordu.İmparatorluğun batısı 14 yıldır bir türlü neticelenemeyen Avusturya Osmanlı savaşıyla yorulurken,doğu toprakları Celali İsyanları ile sarsılıyordu.Sonunda önce Avusturya ile barışı sağlayan padişah,yüzünü doğuya çevirerek Celali İsyanlarını bastırmakta muvaffak olur.Ama artık ateş yanmaya başlamıştır bir kez .Her bastırılan isyanın ardından bir diğerinin yaklaşan ayak seslerinin duyulduğu 17.yy'a girilmiştir.
    Sultan 1.Ahmed bu zor işlerin hallini bir şükürle kutlamak ister.İşte Sultanahmet camii onun Yaradanına şükrüdür.Sultanahmet,"Selatin Camileri"mizdendir.Sultanların çoğul hali olan "Selatin" anlaşılacağı üzere hanedan ailesinin yaptırdığı camilere verilen addır.1.Ahmed hayratını yaptırmaya karar verdiğinde iki asırdır Osmanlı hakimiyetindeki müslüman İstanbul son dinin şerefine birbiri ardına göğe kaldırılmış hayratlarla doluydu.İstanbul'un meşhur yedi tepesi çoktan kıymetli  eserlerle taçlanmıştı.Sadece Fatih,Bayazıd,Süleymaniye,Şehzadebaşı,Yavuz Sultan Selim gibi büyük selatin camileri değil,sadrazam,vezir,kaptan-ı  derya gibi pekçok devlet adamı ve hanımsultanların ,sahip oldukları dinin yüceliğini gösterecek,halka hizmet verecek büyük küçük pek çok yapı taştan bir tohum gibi İstanbul'un bereketli toprağına atılmışlardı.
    Osmanlı medeniyetinde,camiler asla tek bir yapı olarak ele alınmazlardı.Cami pek çok işlevi olan yapı topluluklarının merkez noktasını oluştururdu.Günümüzün terminolojisini kullanırsak cami ve külliyesi eğitim,sağlık,ticaret,sosyal yardımlaşma gibi toplumun ihtiyaçlarına yönelik büyük yapı kompleksleriydi.Hiç bir ücret almadan hizmet veren bu hayır kurumları toplumsal hayatın belkemiğini oluşturmaktaydılar.Devrin en önemli alimleri tarafından eğitim veren medreseler ki sadece dini eğitim değil,müsbet ilimlerin de okutulduğu bu eğitim kurumlarına tüm islam topraklarından alim ve öğrenci akardı.Yine sosyal sınıf gözetmeden sağlık hizmeti veren şifahaneler,bimarhaneler,ilaç depoları,hastalarına refakat eden yakınlarının ya da tedavi olup nekahate ihtiyaç duyan hastaların kalacağı misafirhaneler.Her öğün ihtiyaç sahiplerine sıcak yemek dağıtan aşhaneler,fırınlar,iş aramaya gelmiş fakir kimselerin ya da ticaret için uzak illerden gelen tüccarların kalacağı tabhaneler,temizliğe son derece ehemmiyet veren bir kültürün artık bir ritüele dönüşmüş alışkanlığı hamamlar,son derece taassub bir sosyal hayata sahip halkın gezebileceği,dinlenebileceği binbir çeşit ağacın,çiçeğin yeşerdiği büyük bahçeler,soğuk günlerde sıcak,sıcak günlerde soğuk içeceklerin dağıtıldığı sebiller ve en nihayetinde bu kadar hayrın,ibadetin artık kutsallaştırdığına inanıldığı toprağında ebedi istirahat alanı arayanlar için türbe ve mezarlarıyla sosyal hayatın merkezi durumunda olan bu cami ve külliye binaları için haliyle geniş bir alan ve büyük maddi olanaklar gerekmekteydi.Cami ve külliyenin büyüklüğü yaptıran kişinin maddi olanaklarına göre değişirdi,zira eseri yaptıran bani, sadece arsayı alıp üzerine hayratını oturtmakla yetinmezdi,üstelik külliyenin sahip olduğu binalarda verilen çok sayıdaki  ücretsiz hizmetler için bitmeyen bir para akışına da ihtiyaç vardı.Bu sebeple eserin banisi hayratlarına mukayyet olması için gelir getiren bir akarını ki bu bir han,hamam,dükkanlar yahut büyük bir çiftlik olabilirdi,yaptırdığı hayrata vakfederdi.Çoğunlukla bu yapılara yakın inşa edilen "Arasta" denilen çarşıda bulunan dükkanlardan alınan kiralar yine külliyeye ait hamamdan gelen gelirler külliyenin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla düşünülmüş fonksiyonel yapılardı.Uzun,hukuki kaidelere bağlı olan bu vakıf hükümleri yapının bir köşesine gelen geçen herkes haberdar olsun diye taşa işlenirdi,Hayratın, kim tarafından,ne zaman,nasıl yaptırıldığından bahseden bu taşa işlenmiş kısa vakfiyelerin haricinde, devlet arşivinde saklanan uzun,ayrıntılı vakfiyelerde ilginçtir ,hukuk diliyle başlayan gerçekçi detayları,sonlara doğru vakfiyelere zarar verecek,haram karıştıracak,yapıldıkları amaçtan  başka bir hale dönüştürecek olanlara ağır bedualar sıralayan cümleler takip ederdi.
    İstanbul'un bu bereketli hayratlarının bolluğu,sur içinde gittikçe kalabalıklaşan nüfus yoğunluğu,en nihayetinde artık ganimetler getirecek zaferlerin olmaması 17. yy'dan sonra böyle büyük çapta külliyelerin yapımına olanak vermiyordu.Bunun için Sultanahmet Camii ve Külliyesi artık sonuna gelinen kudretli günlere konulan bir nokta idi.Başlanılan yeni günlerin hikayeleri,isyanların,huzursuzluğun,bozulmaların anlatıldığı cümleler ile dolu olacaktı.O zamana kadar yapılan cami ve külliyeler büyük zaferlerden sonra ganimetle dönen padişahın halkına zekatıyken ilk defa Sultanahmet Camii ve külliyesi hazinede var olan hazır paradan harcanarak yapılmıştır.
    Cami,biten bir devrin sembolü olurken yeni başlayacak uzun serüvenin ilk cümleleri,camiin haziresindeki türbede yatan Genç Osman'ın acıklı hayat hikayesiyle başlar.1.Ahmed ,bir yandan camisini yaptırırken diğer yandan Osmanlı devlet geleneğinde önemli bir kırılma meydana getirecek olan kararını alır.Türklerde Orta Asya'dan beri karşılaştığımız ama Fatih Kanunnamesi ile sözden yazıya  dökülen"devletin bekası "için kardeş katli mevzusunun vicdanları rahat bırakmayan hikayeleri,sarayda ve toplumda meydana getirdiği huzursuzluklar,Sultan 1. Ahmed'i  köklü bir değişikliğe yöneltmiştir.Artık taht, hanedanın yaşayan en büyük üyesinin hakkı olacak,herhangi bir isyana karşı şehzadeler ,tüm sosyal bağlarından kopartılıp Topkapı Sarayı'nda otoritenin gözünün önünden ayrılmayacağı bir yerde yaşamını idame ettirecekti,taht sırasını bekleyen şehzade o an gelene dek çocuk sahibi olmayacaktı.Bu karar hanedan mensuplarını köklü bir değişime sürüklemiştir.Türklerin İslamiyetten önce devlet yönetimini kardeşler arasında pay etme geleneği alışılagelmiş bir durumdu.Devlet doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrılır,kutsal kabul edilen doğunun yönetimi hakana verilirdi.Ancak bu pay etme zaman içerisinde pek çok kardeş mücadelesini beraberinde getirse de Türkler bu gelenekten vazgeçmemişlerdir.Osmanlı'nın kuruluş döneminden itibaren bu gelenek tüm sakıncalarına rağmen devam etmiştir.Çünkü Türklerin fetih politikaları,yayılmacı anlayışı ,hakim devlet olma ülküsü güçlü yöneticiler gerektirmekteydi bu yüzden şehzadeler sancağa çıkarılır ve burada onun adına kurulan düzende,şehzade ,ordu ,devlet,siyaset ve ekonomi yönetimi hakkında tecrübe sahibi olurdu.Ancak 1.Ahmet ile beraber getirilen her türlü sosyal ilişkiden kopuk bu kafes sistemi,yönetim hakkında hiçbirşey bilmeyen,bazen sinirleri harap padişahların yönetime gelmesine sebep olduğu gibi şehzadelere getirilen çocuk sahibi olma yasağı hanedanın devamını tehlikeye sokmuş,bazen de çocuk denilecek yaşta padişahların tahta çıkmasına sebebiyet vermiştir.Osmanlı devletinin daha ilk kuruluş aşamasında Osman Bey ve Dündar Bey'in liderlik konusunda karşı karşıya gelmeleri gücünü arttırmak isteyen Dündar Bey'in Osman Gazi'ye karşı Bizans ile işbirliğine gitmesi Dündar Bey'in ölümüyle sonuçlanır.Bir kaç yıl sonra Yıldırım Beyazıd'ın Ankara Savaşı'nda Timur'a yenilmesiyle başlayan süreç oğulları arasında 13 yıl sürecek olan iktidar savaşlarına sebebiyet verir.Fetret Devri denilen bu dönemde fetihler durduğu gibi alınan yerler kaybedilmiş,oluşan kaos ortamında ekonomik,siyasal,sosyal hayat bozulmuş ve ancak binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanacak savaşlardan sonra bu devir kapatılıp yeniden kurulan devlet otoritesiyle istikrar oluşturulabilmişti.2.Bayazıd'ın iktidarını kabul etmeyen Cem Sultan'ın ağbeyine karşı güç toplamak için Rumeli'ye kaçarken önce Rodos Şovalyelerinin,ardından papanın ve en nihayetinde Fransa'nın eline düşmesi Osmanlı'ya karşı Akdeniz'de üstünlük kurmaya çalışan Avrupa'nın Cem Sultan'ı Osmanlı aleyhine kullanma çabalarının acısı uzun yıllar Osmanlı Devleti'nin elini Avrupa'ya karşı zayıflamasına neden olmuştur.Tüm bu acılardan meşrutiyet hakkı kazanmaya çalışan "kardeş katli"mevzusu yine de vicdanları rahat bırakmamış olacak ki 1.Ahmed'le son bulmuş ve bir daha da eski kaideye geri dönülmek istenmemiştir.Eliyle tuttuğu ibrikle Aziz Mahmut Hüdai Hazretlerine abdest aldıracak kadar yakın bir ilişkiye sahip mülayim padişahın böyle bir kararı alırken çok sevdiği,saydığı hocasına danışmaması pek de ihtimal dahilinde gözükmemektedir.Sonuç olarak bu karar Osmanlı'yı temelinden değiştirir,ilk etkiside bu değişikliğe karar veren 1. Ahmet'in oğlu Genç Osman'ın yeniçeriler tarafında hunharca katledilmesiyle kendini gösterir.Çünkü artık padişahın yerine gelecek bir Osmanlı olduğu için "padişahı istemezük"nidaları ile başlayan isyanlar hanedan açısından kanlı neticeler verdiği için padişahlar yavaş yavaş başlarının üstünde sallanan bu kılıcın ağırlığıyla hüküm sürerler.Sanırım bu köklü değişim sadece cellatların değişmesine neden olmuştur.
    Tarihçiler, 1620 kışının İstanbul'un fetihten sonraki en uzun ve zorlu kışı diye anlatır.16 gün boyunca hiç durmadan yağan kar ve soğuk, Üsküdar-Sarayburnu arasının donmasına da neden olmuştur.Osmanlı'da 17. yy dan itibaren parlak yaz günlerini tamamlayıp kışın hüküm süreceği yıllara yaklaşmıştır.1622 de Genç Osman'ın öldürülmesiyle başlayan ve birbiri ardınca devam eden isyanlar,yeniçerilerin fütursuz "kul kırma"huzursuzlukları, artık yurt olmuş toprakların kaybedilmeye başlanması, hep uzun geçecek kışın habercisidirler.Camiin temelini sırayla kazacak olan yeniçeriler ve sipahiler bile çok beklemeye gerek görmeden bir zamanlar temelini kazdıkları camiin avlusunda birbirlerinin kanlarını dökerler.Sultanahmet Vakası,Vaka-i Vakvak,Vaka-i Hayriye gibi kanlı isyanların yanısıra tarihe 93 harbi diye geçen 1871 Osmanlı Rus Savaşı'nda işgal altındaki Rumeli'deki kanlı zulümden kaçan 200 bin Balkan göçmeni, ata bildiği İstanbul'a aç, yorgun,hasta bir şekilde sekilde sığınmış,kalabalık göçmen nüfusu Sultanahmet,Fatih,Bayazıd camii avlıularını soğuktan korunmak için kendilerine barınak yapmışlardır.Çatalca önlerine kadar gelen Rus ordusunun meydana getirdiği korku yüzünden diken üstünde duran İstanbul halkı yine de sahip oldukları herşeyi geride bırakıp kaçmak zorunda kalan göçmenler için büyük yardım kampanyaları düzenlemekten geri kalmamışlardır.Tüm bu kanlı mücadeleleri,acıları,gözyaşlarını Sultanahmet camii hep ağır bir sesizlik içinde seyretmek zorunda kalmıştır.Bu yüzden hüzünlü bir camidir Sultanahmet....

10 Mart 2014 Pazartesi

Çemberlitaş

Üç kıtada hüküm sürmüş,önüne çıkan her medeniyeti ihtiraslı bir açgözlülükle boyunduruğu altına almış Roma İmparatorluğu, hakim olduğu o engin topraklardan biri olan Kudüs'te doğan hristiyanlığın ufak adımlarla uzun yollar katederek,imparatorluğun topraklarına en sonunda da kalbi olan Roma'ya kadar yürümesini aldığı tüm şiddetli tedbirlere rağmen önleyememiştir.Güçlü ordularla savaşmaya alışık Roma'nın karşısında bu sefer ne bir kılıç ne bir mızrak ne de bir ordu durur.Roma elit tabakasının yıllardır hiçbir hak tanımadığı,yok saydığı köleler,fakir halk ,köylü gibi ezilmiş sınıflar arasında rağbet bulan hristiyanlık,bu sessiz yığınları,zaman içerisinde Roma'nın baş edemediği bir güce dönüştürür.Sonunda gururlu pagan Roma, bu güce boyun eğer ve hristiyanlığa Milan Fermanı ile resmiyet kazandırır.İmparator Constantinus,Romus'un pagan şehrinde binlerce yıldır kökleşen kalabalık tanrılar ve gelenekler arasında yeni dini için bir yer aralamanın zor olacağı endişesiyle kendine yeni bir başkent aramaya başlar.Constantinus'un  bu arayış sonunda İstanbul'da karar kılmasını o dönemin birazda masallara benzeyen tarih anlatıcılığı "Tanrısal bir ilham" diye tanımlasa da
 İstanbul'un batı ve doğu dünyasını birbirine kavuşturan önemli ticaret yollarının kesiştiği noktada olması,yumuşak iklimi,verimli toprakları,ekonominin tarım ve ticarete dayandığı ilkçağ ekonomisinde gözardı edilemiyecek artılardı..Bir yandan İran,Mısır,Çin gibi kadim kültürlerin  halı,, ipek ,porselen,baharat gibi sanki eski masallardan çıkıp develere yüklenmiş ardından kervanlarla uğurlanmış, zenginlik,statü gösteren kıymetli malları  diğer yandan bu sefer yaşlı doğunun istediği malları taşıyan zengin Akdeniz sitelerinden gelen ticaret gemilerinin ortak bir noktada kavuşmalarına ,birbirleriyle ticaret yapmalarına olanak sağlayan tek yer İstanbul ve onun doğal limanı Haliçti.Bu önemli ekonomik mevkinin getireceği taze para yaşlı Roma'nın ihtiyaç duyduğu taze kandı.Sonunda Constantinus doğru bir kararla İstanbul'u başkent yapar,bu işe de önce şehre kendi adını vermekle başlar.Artık İstanbul bu tarihten sonra Konstantinopol diye anılır,öyleki Osmanlı döneminde dahi bu ad müslüman türkler arasında hatta bazı yazışmalarda edebiyatta da yaşamaya devam eder,bir farkla artık o türklerin biricik Konstantiniyye'sidir.
    Üç yüz yıldır mücadele eden Roma ve Hristiyanlık farkında olmadan çoktan birbirlerinden etkilenmeye başlamışlardır.Hz İsa'nın yaşadığı dönemde hristiyan inancının öğretilerinin yazıya dökülmemesi,Hz.İsa'nın ölümünden sonra havarilerinin dağılması,pagan geleneklerinin kuvveti karşısında hristiyanlığı korumasız bırakır.Bir yandan mücadele ettiği rakibine galib gelmeye başlarken,diğer yandan farkında olmadan ondan izler taşımaya başlar.
    Eski geleneklerden kopup yeni inancını ve başkentini kutsamak ve bunu bir anıtla ölümsüzleştirmek isteyen Konstantin eski inanışına hiçde yabancı gelmeyecek bir şekilde kendini betimletir..11 Mayıs 310 yılında dikilen bu anıtın sütunu Roma'da buluna Apollon Tapınağından Konstantinopolis'e getirilir.Bir zamanlar üzerinde,elinde kendi simgesi olan yedi kollu şamdanla güneşi selamlayan Apollon indirilir ve yerine artık taze Hrististiyan Constantinus  çıkarılır .Bu sefer üzerine doğan güneşi, Hz.İsa'yı çarmıha gerilirken kullanıldığına inanılan çivileri sembolize eden yedi adet çivisinin bulunduğu altın bir taçla selamlama sırası ondadır.Heykelin başındaki altın taç güneş ışıklarıyla beraber daha da parladığı için halk arasında"Constantinus güneşi parlıyor" diye ün salan sütun hep yerinde kalmaya devam etse de imparatorlar değiştikçe üzerinde güneşi selamlayan heykelde zamanla değişir.En son üzerinde 1.Theodosios'un heykeli varken üzerine yıldırım düşmesi sonucu zarar gören sütuna
 artık heykel konulmasından vazgeçilir ve altın yaldızlı bir haçla yetinilir.Silindir formundaki sütun 9 adet kırmızı porfir taşın mermer bir kaide üzerinde üstüste konulmasıyla yapılmıştır,taşların birleştiği noktada ise yine eski Roma'nın pek sevdiği imparatorluk sembollerinden olan defne dalları şeklinde mermer çelenkler yerleştirilmiştir.Daha sonraları kilise tarafından azize ilan edilen imparator Constantinus'un dindar annesi Helena'nın Kudüs'e yaptığı geziden getirdiği söylenen Hz İsa'nın çarmıha gerildiğine inanılan çarmıhın ahşap parçalarının bir kısmı ve Hz Nuh'un gemisini inşa ederken kullandığına inanılan  çekiç ve başka dini eşyalarla beraber bu sütunun altına gömüldüğüne inanılırdı.Bu sebeple sütun,hristiyanlık inancında kutsal bir yere sahip olduğu kadar bazı maceraperest hazine avcılarının da merakını çeker.Tarihçilere göre böyle değerli eşyaların orada bulunmasına imkan yoktur ama eğer varsa bile en meşhur hazine avcıları olan  haçlılar tarafından çoktan Avrupa'ya kaçırılmış olmalıdır.Nitekim Hz. İsa'ya ait olduğuna inanılan kefen parçası 4. Haçlı seferi sırasında alınıp Roma'ya götürülmüştür.
    Osmanlı döneminde 1779'daki büyük yangında yanarak siyah bir renk alan sütuna Avrupalılar "yanık sütun" ismini daha çok yakıştırırlar.Bu yangından sonra yıkılmaması için güçlendirilen yaşlı sütunun, protez işlevi gören çemberleri çıkarılmamış,alt kaidesi güçlendirilmiştir,bu nedenle alt kaidesinde Hz İsa'nın çarmıhtan indirilişini simgeleyen kabartmalar bu yılların izini silmek için yapılan müdahelelerde kaybolmuştur.
    Evliya Çelebi'ye göre sütun tılsımlıdır"Tavuk Pazarında kırmızı zımpara taşı parçalarından oluşmuş yüz arşın uzunluğunda iğne gibi bir sütun vardır.Bu Hz. Muhammed'in doğumu sırasında iki gece içinde meydana gelen depremlerde hasar görmüş,ancak ustalar sütunu hala sağlam,ayakta duracak biçimde bir adam baldırı kalınlığındaki demir çemberle çevrelemişlerdi.Büyük İskender döneminden 140 yıl önce dikilmişti.Konstantin Sütunu'nun tepesine yılda bir kez kanatlarını çırparak havadaki bütün kuşları pençelerinde gagalarında üçer zeytinle birlikte oraya toplayan sığırcık şeklinde bir tılsım yerleştirilmişti"
    Hala kendini görmek için kalabalıkları çektiğine ,onca yangına,depreme,zamana karşı bir şekilde direnebildiğine göre sütun Evliya Çelebi'nin bahsettiği o tılsımının bir bölümünü hala  muhafaza etmiş  anlaşılan..