14 Şubat 2014 Cuma

Sultanahmet Meydanı ve Hipodrom 1

Sultanahmet Meydanı'nın bulunduğu tarihi yarımada Osmanlı'nın kalbinin attığı yerdi.Padişahın ikamet ettiği saray buradaydı,saraya yakın bir mevkide yaşamayı kendileri için daha hayırlı gören pek çok devlet adamının konağı burada bulunurdu.Osmanlı'nın tıpkı yadigar kalan kıymetli eşyalara beslenilen hürmeti gösterdiği Ayasofya camii,yine en güzel ibadethanelerinden biri olan Sultanahmet camii buradaydı,öyleki Marmara Denizi'nden Haliç'e demirlemek üzere yabancı denizlerden gelen pekçok geminin İstanbul'a dair gördüğü ilk silüet tarihi yarımadaya bir hükümdar gibi kurulmuş olan bu güzel cami idi.
    Aslında Osmanlı İstanbul'u şekillendirirken Bizans'ın ayak izlerini takip etmiştir.Bizans'ta kendinden önce İstanbul'a sahip olan Megaralıları.Sahip olduğu tabii konum mu bu tarihi yarımadayı binlerce yıldır bir cazibe merkezi haline getirmiştir bilmiyorum ama buranın büyülü bir havası vardır ve bu büyülü toprak parçasına sahip olan her medeniyet burayı birbirinden kıymetli eserlerle donatmak için çaba göstermiştir.Pagan Byzantion,Hristiyan Konstantinopol,ve nihayet Müslüman İstanbul sahipleri tarafından hep baş tacı edilmiştir.
    Bugün İstanbul'a gelen pek çok kişinin uğradığı ilk yer olan Sultanahmet Meydanına Bizanslılar Hipodrom,Osmanlılar ise At Meydanı demişlerdir."At yarışı" anlamına gelen Hipodrom,  Doğu Roma imparatorluğunun sosyal ve siyasal hayatında son derece önemli bir yere sahipti.Atina için Agora,Romalılar için Forum ne demekse,Bizans için Hipodrom o demekti.Halkın büyük rağbet gösterdiği at arabaları yarışları burada yapılırdı,imparator zaferle döndüğü savaş ganimetleri ile burada gücünü dosta,düşmana ilan ederdi,kutsal günler burada şenliklerle kutlanır,düzeni değiştirmeye yönelik kanlı ayaklanmaların ateşi ilk burada yakılırdı,düşman görülenler,suçlular burada öldürülür,tehlikeli bulunanlar burada yargılanırdı.Hülasa bu taş yapı Roma Medeniyeti'ninde yapı taşıydı.
    Zor toprak koşulları,iklimi ve aralarında bitmek bilmeyen kanlı savaşlar bir Yunan kolonisi olan Megaralıları canlarından bezdirince efsanevi liderleri Byzas halkı için güvenli ve verimli topraklar aramaya başlar ve göçeden bu kabile İstanbul'u seçer kendilerine.Onların kurduğu devlet İstanbul'un bilinen ilk şehir devletidir.Ama yinede bu hikayede tarihin bıraktığı birçok boşluk vardır  Megaralıların bu göç macerası ve İstanbul'un ilk site devleti hakkında elimizdeki belgelerle ancak bu kadarı söylenebilir.Cömert İstanbul kısa sürede kendilerini seçen bu kavmi zengin bir devlet haline getirir.Ancak bu zenginlik pekçok düşmanın dikkatini çeker.Roma yanıbaşında yükselen bu zenginliği kıskanır ve Megaralılar'a savaş açar.Romalılarla başetme cüretini gösteremeyen Megaralılar çaresiz ağır vergi şartlarını kabul etseler de Romalıların kabaran iştahlarını doyuramazlar.Sonunda vergi ödeme düzensizliğini bahane eden imparator Septimus Severus,şehirde taş üstünde taş kalmayacak şekilde Megaralıları tarih sahnesinden siler.Ama sonra bu büyülü güç onuda bir şekilde etkisi altına alır ve açtığı yaraları sarmaya başlar,ama her iyiliğinde şehre artık Romalı olduğunu hatırlatarak.Evvela Roma Medeniyeti'nin alamet-i farikası olan Hipodromu inşa eder.Bu ilk Hipodrom ahşap ve daha ilkel tarzdadır.Esas Hipodrom, İstanbul'u kendine başkent olarak seçen İmparator Konstantin tarafından yaptırılır.
    Bugün bu Hipodromdan geriye birşey kalmamıştır.Bir kaynakta yüzlerce taş koltuğundan birinin Sultanahmet Cami'nin bahçesinde öylece durduğunu okumuştum,son kez gittiğimde arayıp bulacaktım bu çok eski eşyayı ama bir hafta sonra 17.yy Osmanlı Mimarisi'nin imtihan telaşı beni Bizans'ın ayak izlerini takip etmek yerine Osmanlılar'ın dolayısıyla Mimar Sedefkar Mehmet Ağa'nın peşine düşürdüğü için onu arayamadım.Bir daha gittiğimde artık yitirilmiş bu büyük yapıdan geriye kalan bu küçük eşyayı arayacağım.
    İnşası 330 yılında biten Hipodromun uzunluğu yaklaşık 370 m dir,genişliği ise 85-95 m kadardır.Bugün Sultanahmet camii'nin bulunduğu alanda yine artık yerinde olmayan Bizans Sarayı yükselirdi,hipodromun saraya bakan bu cephesinde ve tam karşısında eski Adalet Sarayı'nın bulunduğu alana denk düşen cephesinde anfi biçiminde 40 basamaklı tirübünler yer alırdı,Marmara Denizi'ne bakan alanda bulunan oturma alanlarına ait  kısım yay biçiminde ele alınmıştı.Bugün Alman çeşmesi'nin bulunduğu yerde toplantı salonları,dinlenme odaları,yemek odaları gibi kısımları olan iki katlı ,gösterişli "Katizma" adı verilen imparator locası bulunurdu.İmparatorluk rengi olan ağır işlemeli eflatun pelerinini omuzlarına atmış birbirinden değerli taş ve ziynet eşyasıyla kendini donatmış,imparator ve ailesi etkinliklere katılmak üzere saraydan gizli bir tünelle bu locaya gelirlerdi.Yarışların yapılacağı günden bir gün önce imparator locasına asılan ipek güneşlik ile İstanbul halkı bu yarışlardan haberdar edilirlerdi.
    Hipodromun ortasındaki duvara spina denirdi ve üzerinde imparatorluğun farklı topraklarından getirilmiş anıtlar bulunurdu.Bugün gördüğümüz bu dikilitaşlar bir zamanlar hipodromun parçasıydılar.Yıllar içerisinde biraz hor kullanılmış olsalar da günümüze kadar gelebilmeyi başarmış dirayetli anıtlardır bunlar zira Doğu Roma döneminde sayıları bir hayli kalabalık olan anıtlardan sadece bu üçü günümüze kadar gelebilmeyi başarmıştır.Arkalarında bir boşluk bırakarak yitip giden bu anıtlardan biride bu gün Venedikte San Marco Meydanında yer alan Venedik dükasının sarayına ait  San Marco Kilsesi'nde artık Sultanahmet Meydanı yerine San Marco meydanını seyreden bir grup at heykelidir.Bronzdan yapılmış dört attan oluşan bu heykel grubunun adı "Quadriga Atları "dır.Quadriga eski Roma'da atların çektiği yarış arabalarına verilen addır.M.Ö 4.yy'da Yunanlı heykeltraş Lissipos tarafından yapılmışlardır.1204 Haçlı Seferi,Avrupa'yı Müslümanlara karşı yardıma çağıran Bizans için acı bir süpriz doğurmuştur.Müslümanlarla savaşmak yerine İstanbul'da bir Latin Krallığı kurmayı daha kolay gören Haçlı kuvvetleri Bizans'ın sahip olduğu pekçok dini ve tarihi değeri olan eserleri Avrupa'ya kaçırmış,Bizans'ı küçümsedikleri barbarlara yakışacak şekilde soymaktan kaçınmamışlardı.İşte bu atlarda, bu soygun sırasında Avrupa'ya kaçırılan eserler arasındaydı.828 yılında Venedikli tüccarların İskenderiye'de bulunan Aziz San Marco'ya ait olduğu düşünülen kutsal eşyaların yine bir kültürel  soygunla çalınması şerefine Venedik dükasına ait sarayın şapeli olarak yapılan San Marco kilisesinde yer alan bu atlar bin yıl sonra bu sefer İtalya'yı işgal eden Napolyon tarafından Paris'e kaçırılsalar da tekrar eski yerlerine iade edilmişlerdir, ancak 2. Dünya Savaşında Almanların zarar vereceği endişesiyle, bu durmadan sahip değiştiren 2000 yaşındaki atlar şapelin içine alınmıştır,bugün şapelin üstünde yer alan at heykelleri orijinal Quadriga Atları değildir.
   
.
 
  Şimdi artık ne hipodrom ne de ona  ait olan eserler yerlerinde duruyor, ama orada yaşanan pek çok olay yazıla yazıla ,söylene söylene günümüze kadar gelebilmeyi başarmıştır,bize de o yazılanları okumak,bazen hayret etmek,bazen şaşırmak,bazen gülmek ama en çok da dünyanın tüm ihtirasına,gücüne,zenginliğine rağmen geçiciliğini anlamak kalmıştır.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder