30 Ocak 2014 Perşembe

Sultanahmet Meydanı ve Vakvak Ağacı

İnsan bir ağaca baktığında ne görür?Değişen mevsimleri,yorgunsa altında dinlenebileceği gölgesini,çocuksa tırmanabileceği yahut salıncak kurabileceği dallarını.Yaşlı bir ağaçsa kimbilir hangi bilmediğimiz zamanlardan boy vermiş dallarını,taze incecik bir ağaçsa kimbilir hangi bilmediğimiz zamanlara boy vereceği günlerin hayalini...Ama şimdilerin Sultanahmet Meydanı dediğimiz,eski zamanlarda ise At Meydanı diye anılan yerdeki  bu ağaç gören gözleri dehşete düşürecek hikayeler anlatmış birzamanlar.

    17. yy ın buhranlı Osmanlı topraklarında yenile yenile İstanbul'a dönen yeniçeriler paralarını alamadıkları gerekçesiyle yine kazan kaldırırlar.Kazanın kaldırılması demek o kazan tekrar eski yerine konulana kadar yeniçerilerin istemediği birkaç başın gitmesi demekti ve artık gücünü yitirmeye başlamış Osmanlı da o kazan iki yüzyıl boyunca sadrazamların,vezirlerin hatta padişahların başını ala ala yerine oturtulabilmiştir.Peki her defasında yerinden oynadığında güç dengelerini de yerinden oynatan bu kazan ne menem birşeydi?Yeniçerilerin hayatlarını analatan kaynaklara baktığımızda iki tip  kazandan söz edildiğini görürüz.Bunlardan ilki yeniçerilere verilen yemeklerin dağıtıldığı kazandır ki hoşlarına gitmeyen bir durumla karşılaştıklarında evvela kendilerine verilen bu yemeği reddetmekle işe başlarlar.Tabi o devirler "Otur bakayım,sesini kes ve yemeğine devam et"diyebilecek otoritenin artık olmamasından dolayı bu eyleme pekçok kez başvurulduğu görülür.Diğer kazan ise Yeniçeriler için adanmışlığın ve bağlılığın sembolüdür.Zira Yeniçerilerin piri olarak kabul ettikleri Hacı Bektaş Veli'nin ilk kez bu kazanda çorba pişirdiğine inanılırdı ve bu kazan yerinden oynatılıp birde yerine su döküldüğünde artık dünya altüst olmuş demekti ve bu altüst olan dünya ancak pekçok kan döküldükten sonra normale dönebilirdi.
    Yine böyle bir isyanda otuz kadar başın istendiği listeye karşı çıkma gücünü bulamayan 4. Mehmet yeniçerilere çaresizce boyun eğer.Sonrası seyredilmek zorunda kalınan bir vahşettir.Öldürülen devlet adamlarının başları bu çınar ağacının dallarına asılır ve ağacı görenler bundan sonra bu ağaca Vakvak Ağacı olaya da Şecere-i Vakvak adını verirler,çünkü ağacın meyveleri insan başı şeklindedir.Uzak diyarlarda anlatılmaya başlanan masalların, efsanelerin ağacıdır bu ağaç.Anlatıla anlatıla çok uzak mesafeler katedip bu topraklara gelmiştir.Herkese kendini göstermeyen gizemli yıldızları takip ederek bulabileceğiniz büyülü topraklarda yetişir.Meyveleri insan başı şeklindedir ve bu başlar "vak vak "sesi çıkarırlar,o yüzdende ağaç bu adla anılır.Büyülü toprakların,büyülü ağacı dinleyenlere ürperti verir,o yüzdende onu dinleyenler düşman gördüklerinden korunmak için bu ağacı tılsım seçerler kendilerine ve taşa,ağaca,kumaşa,çiniye hülasa korunmaya değer bulduğu herşeye bu tılsımı çizmeye başlarlar.Bu dünyadan olan ya da olmayan bütün kötülükleri bu ağacın başlarının korkutacaklarına inanarak nakşederler..M.S 766-801 yılları arasında yazılmış Çince bir eser olan T'ung-Tren'de de rastlarız bu ağaca İran'ın büyük şairi Firdevsi'nin muhteşem eseri Şehname'de Büyük İskender'in hayatının anlatıldığı kıssada da .Sonra uzun zamanlar içinde uzun yollar katederek Anadolu'ya geldiğinde tarihler 12. yy ' işaret eder.Bu tarihten sonra pekçok Selçuklu eserinde bu ağaca rastlarız.Kayseri-Sivas kervan yolu üzerindeki Karatay Han,Sivas Gök Medrese,Niğde Hüdavend Hatun türbesi gibi sivil mimari örneklerinde olduğu kadar Bünyan Ulu Cami,Niğde Sungur Bey Cami gibi dini yapılarda bile bu ağaç karşımıza çıkar.Sonra unutulur,artık taşa işlenmez olur ama çok uzun yıllar sonra yazılı olmayan şifahi kültürün bilgisi bambaşka bir olayı anlatmak için bu ismi seçer kendine.Bir zamanların koruyucu tılsımı olan bu ağaç artık kanlı bir olayın sembolüdür.

       Tarih tekerürden ibarettir.Yıkılmaz,aşılmaz,bitmez,tükenmez,ölmez kelimelerinin insanlık tarihinde yeri yoktur.Güçlü olan herşeyin birbaştan birbaşa mezarlarıyla doludur tarih.Herşey yıkılır,aşılır,biter,tükenir ve ölür.İşte bir zamanların korku salan yeniçerilerde miadlarını doldurup kendi sonlarını bu olaydan iki yüzyıl sonra hazırlarlar.Ağaç aynı ağaç,yer aynı yerdir ama ağacın acı meyveleri değişmiştir artık.Ağaç şimdi yeniçerilerin başlarını meyve verir.Şecere-i Vakvak,Vaka-i Hayriyeye dönüşür.2.Mahmut yeniçerileri tarihin yaprakları arasına hapseder,isteyen zaferden zafere koşturan fütühat yeniçerilerini isteyen de zamanla eşkiya çetesine dönüşen yeniçerilerin hikayelerini okusun diye.Son sözü de Keçecizade İzzet Molla söyler ve kitabın kapağı kapanır."Koyup kaldırmadan ikide birde,kazan devrildi,söndürdü ocağı".

         Ha! buarada yolunuz birgün Sultanahmet Meydanı'na düşerse oradaki ağaçların günahlarını almayın.Çünkü tarihin bu ürpertici ağacı tarihçilere göre günümüze ulaşamamıştır.Büyük bir ihtimalle ya yılların ya da ahın yükünden dolayı kuruyup gitmiştir.Gerçi Niyazi Ahmet Banoğlu "Tarihi ve Efsaneleriyle İstanbul Semtleri"adlı kitabında  hikayesi efsaneyle doğan bu bahtsız ağacın sonunu yine bir efsaneyle bitirir.Söylentilere göre bu ağacı yok etmek çareleri aranmış,bunun içinde ilk önce ağaca göz değdirilip kurutulması sonrada kesilmesi düşünülünce nazarına güvenilir biri bulunup gözleri bağlı bir şekilde ağacın karşısına çıkarılmış,gözleri açıldığında "Aman,bu ne büyük ağaç !"diye hayret eden bu kem gözlü sayesinde ağaç birkaç gün içerisinde kuruyup gitmiş.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder